Takip

BULANIK

  Bulanık deyince de aklıma hayatı boyunca egoist ve kaldırım taşı dahi olamayan vasıflarını kendilerine ait olmayanlar tarafından almış insanlar tarafından ötekileştirilmeye çalıştırılan, kendilerinde çizginin diğer tarafında kalan, içten içe köle olarak görülen kanlarındaki kana ve ruhlarındaki var olan güçle saydamlaşmak zorunda kalan  insanlar geldi aklıma.  Halbuki ne de yitip silinen hayatlar onlar...

  İnsanlar hayatları boyunca ne gece yastığa kafalarını koyduklarında sabah kalktıklarında gibiler ne de sabah kalktıklarında gece uykuya daldıkları. Oysa rüyalar her gece tecrübe edilen ve farkındalık uyandıran bir paralel evren değil. Bizler rüyaları hayattan haberler ya da bilinçaltı olarak yorumlarız, uykuyu ise kısa ölüm: ruhun bedenden ayrılışı. 

  Söylediklerimi onlarca ve yüzlerce insan varken cansız ve donuk, hatta tepkisiz bir yazıya dökmem ise benim hayatımda bir uykudan kesit.

  Hayatımda hep üretkenliği sevmiş ve ne olduğuyla değil de ne kadar üretebildiği ve verimli olduğuna adepte olan biri olarak şimdi benim de rüya alemim gibi birçok el attığım şey bulanık! Halbuki ben renkler konusunda gayet iyiydi bir zamanlar, başarılıydım. Uzun yıllar siyahtım mesela sonra haki girdi hayatıma orman sakinliğinde, biraz koyu olsa da içimdeki siyahtan bir iz olmalıydı ve tonlar çıktı ortaya. Sonra mavi-turkuaz girdi hayatıma çünkü gökyüzüne göğsümü açmak istedim. Kırmızının göğsüme ateş olarak girmesiyle gökyüzüne göğsümü neşterle açmak serinlemek istedim uzunca bir süre, ki bu evrede beyaz ve buz mavisi değil bir buz buğusu girdi ve böylece tonlamalara bir yenisi flu olarak deneyimlendi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR TUR DAHA

Hüznü düştü hüznün...

İĞNE BATIRIN